Ana içeriğe atla

Kayıtlar

ikibinyirmibir biterken: kişisel sorgulamadan arda kalan

‘ Karanlık sözler yazıyorum hayatım hakkında Aşklarım, inançlarım işgal altındadır’ Buraya epeydir bir şeyler yazmıyorum. Elimde yarım kalmış yazılar, niyetlenilmiş makaleler ve olgunlaşmamış fikirler var. Onlardan söz etmemek en iyisi sanırım. Pandemi gündemiyle başlayıp ekonomik buhranla nihayete erecek olan bu uzun ve yorucu yıl biterken, belki yıllar sonra tekrar açıp okuyabileceğim otobiyografik sayılabilecek bir yazıyla bende kalan izleri buraya not olarak düşmeyi kendim için daha sağaltıcı ve yararlı buluyorum. O yüzden bu yazıyı öncelikle kendim için yazıyorum. Gerçi şimdi düşününce, insanın kendisi için yazmadığı bir yazma pratiği var mıdır sanki? Bir soru olarak kalsın, yazıya geçelim. *** Geride bıraktığımız ikibinyirmibir yılı benim için kişisel bir sorgulama dönemi oldu diyebilirim. Adını koyamadığım şeylerin adını koyabildiğim, ayırdına varamadığım veya belki de varmak istemediğim gerçekleri gördüğüm, bazen üzücü ve yıpratıcı, ama aynı zamanda besleyici ve dinamik bir sür
En son yayınlar

Asla Sona Ermeyen Kemalizm Tartışmalarına Bir Katkı

Türkiye’de kemalizm tartışması gündemden hiç düşmeyen siyasal konuların başında gelir. Bu şaşırılabilecek bir husus değil çünkü kemalizm bir resmi ideoloji olarak üzerinde sürekli düşünülmesi gereken temel bir problem. Esasında kemalizmi tanımlamak da onu belirli bir çerçeve içinde sınırlamak da oldukça zor. Ancak ben burada kemalizmin kendisinden ziyade, onun üzerinde oluşan eleştirel söylemi ele almak istiyorum. Yazının bağlamını, son dönemde liberal-sol mahfillerin kemalizm eleştirisinden bir ölçüde  rücu ettiği “post-post kemalizm” tartışması oluşturuyor. Kemalizm eleştirileri özellikle 1990’lardan itibaren bambaşka bir kanala yöneldi. Burada tarihsel süreci uzun uzun anlatamayacağım, ancak olabildiğince kısaca ve konuşma üslubuyla son dönemin tartışmasından hareketle kemalizm eleştirilerinin nasıl farklılaştığını, böylece siyaset bilimcilerin genelde zikrettiği “tek kemalizm yoktur, kemalizmler vardır”ın ötesinde “tek kemalizm eleştirisi yoktur” meselesini açıklığa kavuşturmaya ça

İftarlık Gazoz: Bir Kuşağın Politikleşme Hikayesi

Yüksel Aksu kendine özgü sineması ve samimi anlatım tarzıyla son dönemin öne çıkan yerli yönetmenlerimizden biri. Filmlerindeki anlatının sahiciliği ve gerçekliği, Muğla’nın Ula ilçesinden olan yönetmenin kendi hayat tecrübesinden esinlenerek inşa ettiği yerel hikâyelere odaklanmasının bir sonucu olarak değerlendirilebilir. Bu açıdan filmlerinde otobiyografik ögelerin güçlü şekilde var olduğunu söylemek mümkün. Ancak yerel bir hikaye üzerinden genel bir Türkiye portresi çıkarmadaki başarısı, Aksu’nun kendi biyografisi ile ülkenin gidişatı ve toplumun hikayesi arasında kurduğu ilişkinin gerçekliğine dayanıyor. Üçüncü filmi olan İftarlık Gazoz’da (2016) da mekân olarak Muğla’nın Ula ilçesinde geçmesine karşın tarihsel olarak geriye, Türkiye’nin 1970’li yıllarının ortalarında sıcak bir yaz mevsiminde yaşanmış bir ramazan ayı hikayesine götürüyor bizleri. Bir Çocuğun İdealizm Arayışı Film, çalışkan ve başarılı bir ilkokul öğrencisi olan Adem’in daha sonra hayatında dönüm noktasını teşkil e

İdeolojiler Temelinde Osmanlı-Türk Modernleşmesi Literatürü: Bir Tasniflendirme Denemesi

Türkiye’nin bir “tarih” sorunu var. Esasında dünya çapında nitelikli tarihçilerimiz olduğu gibi, 1980 sonrasında giderek artan şekilde Osmanlı ve Selçuklu tarihine yönelik geniş bir akademik ilgi de söz konusu. Yani aslında sorun nitelikle ilgili olmadığı gibi nicelikle ilgili de değil. Türkiye’de okur-yazar hemen herkesin koro halinde yakındığı, tarihimizin ideolojilerden arınmış şekilde ele alınmamış olması olgusu önemli bir problem alanına işaret ediyor. Bu açıdan meselenin kısaca ideoloji sorunu olduğunu söyleyebiliriz. Uzunca bir süredir tarih disiplini ülkemizde her ideolojinin rakip ideolojilere karşı kendi işine yarar malzemeyi devşirdiği bir cephanelik olarak işlevselleşmiş durumda. Mevzunun esas düğümlendiği ve kavganın en hararetlendiği yer ise, son iki yüz yıllık tarihimiz, nâm-ı diğer modernleşme maceramız. Ben burada Osmanlı-Türk modernleşme tarihyazımında, mevzuya ilgi duyanlar için giriş kâbilinden, ideolojik pozisyonları temel alan amatör bir tasniflendirme denemesi ya

Kürsü Peygamberlerine Karşı Max Weber: Meslek Olarak Bilim Üzerine

  Max Weber 1918 yılında Münih Üniversitesi’nde meşhur Meslek Olarak Bilim adlı konuşmasını yapar. Geniş yankılar uyandıran konuşması, çağının realist bir teşhisini içerir. Konuşmasında söz konusu olan bilimsel ethosmuş gibi görünür, ama özünde modern, rasyonel uygarlığın çelikten kafesinde, anlamlı bir yaşam talebinin, eğer hâlâ mümkünse nasıl gerçekleştirilebileceği sorusunu yanıtlamaya çalışır. Weber bir bilim adamı olarak söz konusu talebin bilimle ilişkisini sorgular. Weber’e göre anlamlı bir yaşam istemini modern bilim yanıtsız bırakır. Weber için nihai anlama yönelik sorgulamalar dünya görüşleri alanında ve insan ruhu içerisinde aranmalıdır. Daha önce metodoloji üzerine yazılarında değer yargıları ile olgular arasında kategorik bir ayrım yapılması gerektiğini savunan Weber, 1918’in olağanüstü şartlarında yeniden aynı konuya dönerek olgularla ilgilenen bilimsel alan ile değer yargıları içeren dünya görüşleri arasında kalın bir çizgi çekmeye çalışır. Weber’in bilim üzerine yaptığ