Sen bir daha geri gelmemek üzere bu dünyadan göçtüğünde, ben gerçek anlamıyla ölümle tanışmış oldum. Senin ölüm haberin geldikten sonra apar topar Trabzon’a gidişimiz dışında yaşadığımız sürece dair pek bir şey hatırlamıyorum. Çok yoğun yaşadığımız bir süreçten arda kalan, şok duygusuyla sarmalanmış bir kederden ibaret oldu benim için.
* * *
Aslında ölümün her zaman, her an beklenilir bir şeydi. Tıp otoriteleri öyle söylüyordu. Annem sık sık sağlık durumundan endişe ederek için için ağlardı. Bu kadar uzun yaşayabilmiş olman bile bir mucizeydi, annemden çok kez işitmiştim bunu. Ama nedense hiç inanmamışım, sen ölünce anladım. Sadece ben değil hiçbirimiz inanmamışız, sen ölünce anladık. Yazarların, hocaların, “dışarıdakilerin” seninle ilgili ibretlik vaka anlatılarını bendeki teyzem algısıyla hiç bağdaştıramadım. Onlar haklı olarak bir insanın kendi iradesi ve çabasıyla doğuştan gelen fiziksel yetersizliğinin üzerinden nasıl gelebildiğiyle ilgileniyorlardı. Ben ise bunun üzerine hiç düşünmemiştim. Seni ibretlik bir vaka olarak düşündüğümü hiç hatırlamıyorum. Çünkü senin heyecanlarına, sevinçlerine, coşkuna, çabana ve en önemlisi hayallerine bir şekilde ortak olan, hayatına şahitlik eden, seninle unutulmaz anılar biriktirmiş olan hiç kimse, senin özel fiziksel durumunu sürekli göz önünde bulundurmaya güç yetiremezdi. Sen öylesine hayat dolu ve öylesine ışıl ışıldın ki, ölüme bizlerden daha yakın olduğuna inanmak çok zordu. Ben de içimi ferahlatarak ve kolay yolu seçerek inanmamayı seçtim, o yüzden gidişin sağlıklı bir insanın gidişi gibi ani ve sarsıcı oldu.
* * *
Yeryüzünde sohbeti en güzel, en tatlı insanlardan biriydin, ki anne-yarısı olan teyzeler için eşi bulunmaz bir özelliktir. Konuşmayı, dinlemeyi, karşındaki insanı anlamayı çok severdin. Keşfettiğin bir kitabı, sevdiğin şarkıları, gezi anılarını heyecanla paylaşırdın. Adeta dünyaya içindeki bütün güzellikleri paylaşmak için gelmiştin. Çocuklarla birlikte olmaktan büyük mutluluk duyardın. Onların dünyasına kolayca girebilir ve gönüllerine nüfuz edebilirdin. Çocukların dilinden senin kadar iyi anlayan biriyle karşılaşmadım desem sanırım abartmış olmam. Onlar için kitaplar yazdın, etkinlikler düzenledin, faaliyetler organize ettin. Yardım derneği kurdun, yoksullara ve kimsesizlere dokundun. Zihninde sürekli yapılacaklar listesi vardı. Senin hızına yetişmek için insanın koşması gerekiyordu, halbuki sen bütün bunları tekerlekli sandalyenle yapıyordun.
***
Âkif doğduğu gün aklıma sen gelmiştin. İçim sızlamış, yüreğim dağlanmıştı. Birlikte paylaşacak, konuşacak, dertleşecek daha çok şeyimiz vardı. Küçük bir çocukken sana yazdığım mektupta ahirete işaret etmişim: iyi ki ötesi var ve inanıyoruz. Allah seni gavur diyarlarında ümmetin çocuklarına sahip çıkman hürmetine peygamber efendimize komşu eylesin. Eşsiz hatırana hürmetle, rahmetle.
Not: Yazar ve sosyal yardımlaşma derneği başkanı Gülseren Gümüş (1973-2013), Almanya’nın Duisburg kentinde ikâmet etmekteydi. Şiir yazma yeteneğim olmadığı için onu böyle yetersiz ve çapsız bir yazıyla anmak istedim. Bu yazı, merhumeye gönülden bir fatiha okursanız amacına ulaşmış olacak.
Yorumlar
Yorum Gönder